ÇALIŞTIĞIM İÇİN ÇOCUĞUM ZARAR GÖRÜR MÜ?
Çalışan annelerin en büyük kaygılarından birini bu soru oluşturur. Çalışma hayatına geri dönüşle birlikte bu temel soruya birçok başka soru eklenir. Örneğin: “Bebeğimin sağlıklı gelişimi için ne zaman çalışmaya başlamam uygun olur?”, “Çalıştığım için bebeğim ihtiyacı olan sevgi ve ilgiden mahrum mu kalır?”, “Benim çalışmam bebeğimin gelişimini olumsuz etkiler mi?”, “Ben çalıştığımda bebeğime kim bakmalı: Bakıcı? Anneanne? Babaanne?...”, “Bebeğime nerede bakılmalı: Kendi evimiz?, Başkasının evi?, Kreş?…”, “Ben yokken bebeğime kötü bir şey olursa...?”, “Çalışırken bebeğimin ihtiyaçlarını gerektiği kadar iyi karşılayabilir miyim?”, “Çalıştığım için bebeğim benden uzaklaşır mı?”, “Benim yerime ona bakan kişiyi daha fazla sever mi?, “Çocuğum çalıştığım için ileride beni suçlar mı?”, “Bebeğim ben işe giderken çok ağlıyor; beni bırakmak istemiyor. Acaba çalışmasam mı?”, “Bebeğim ben işe giderken ve işten döndüğümde tepki vermiyor; bana gelmek istemiyor. Acaba beni yeterince sevmiyor mu?”, “İş saatleri içerisinde dinlendiğimi ve rahatladığımı hissediyorum. Acaba ben yeterince sevgi dolu bir anne değil miyim?”, “Ben yokken ona bakan kişi yanlış bir şey yaparsa ve ben fark edemezsem…” vs., vs…
Anneler bu sorularla uğraşırken, doğal olarak psikolojik araştırmalar da bu konuyla ilgilenmişlerdir. İlk dönemlerde yapılan araştırmaların büyük çoğunluğunda “anne çalışmamalı, sadece çocuğuyla ilgilenmelidir” gibi bir sonuç çıkmıştır. Bu araştırmalar dayanan öneriler hala bazı kitaplarda ve haberlerde gereksiz yere ve yanlış inanışlara yol açacak şekilde yer almaktadır. Buna rağmen bu araştırmaların yayınlanmasından sonra daha derinlemesine yapılan araştırmalarda, “anne çalışmalı mıdır?” sorusunun yanıtının bu kadar basit olmadığı ortaya çıkmıştır. Annenin çalışması ya da çalışmamasının çocuğun sağlıklı gelişimi adına tek başına belirleyici olamayacağı saptanmıştır. Araştırmaların bulguları çalışan annelerin çocuklarının sağlıklı gelişimi için üç maddenin özellikle belirleyici olabileceğine dikkat çekmektedir. Bunlar şöyle sıralanabilir:
1. Çalışma süresi: Her anne-babanın, anne babalığını doya doya yaşayabilmesi için çocuğuyla geçirebileceği zamanlara ihtiyacı vardır. İş saatlerinin çok fazla olması, gece geç saatlere kadar çalışmak zorunda kalmak, hafta sonlarını sıklıkla iş yerinde geçirmek zorunda kalmak, yoğun şehir dışı iş seyahatleri hem anne, hem de çocuğu için zorlayıcı olabilmektedir. Dolayısıyla annenin çalıştığı işin çocukla keyifli vakit geçirebilecek olanakları sağlayabilmesi, hem anne, hem de çocuğu için daha sağlıklı olabilir.
2. Annenin iş hayatındaki memnuniyeti: Bazı anneler çalışma hayatında bulunmayı bir mecburiyet olarak algılamakta, maddi şartları elvermediği için çalışmak zorunda kaldıklarını, maddi şartları uygun hale gelir gelmez, iş hayatından ayrılmayı düşünmektedirler. Bu anneler, işe giderken daha fazla isteksiz olmakta, onların isteksizliğini hisseden çocukları da onlara daha fazla zorluk çıkarmaktadırlar. Çalışmayı bir zorunluluk olarak görmek yerine çalışma şartlarından ve iş hayatından keyif alan anneler ise çalışma hayatı ile annelik arasındaki dengeyi daha rahat kurabilmektedirler.
3. Çocuğun bakımı: Annenin çalıştığı süre içerisinde çocuğa sağlanan bakım ve ilgininkalitesi çocuğun sağlıklı gelişimi için önemli rol oynar. Uygun şartlarda ve sevgi dolu bir ortamda büyüyen bir çocuk, annesinin çalışıyor olmasından olumsuz etkilenmeyecektir. Ülkemizde hala çocuğu yuvaya ya da kreşe göndermek için annenin çalışıyor olması gerekmektedir gibi yanlış bir imaj bulunmaktadır. Çalışmayan anneler, ancak ikinci bir çocuk sahibi olurlarsa çocuklarını yuvaya göndermeyi düşünebilmektedirler. Halbuki, en geç üç yaşından itibaren yuva deneyimini yarı-zamanlı ya da tüm zamanlı olarak yaşayabilmek hem çalışan hem de çalışmayan annelerin çocuklar için neredeyse gereklilik halini almıştır. Anneyle geçirilen süre de kendi içinde önem taşır. Çeşitli kaynaklarda “çocukla kaliteli zaman geçirmek” diye bir terim kullanılmaktadır. Bu terimin geçtiği pek çok kaynakta, “kaliteli zaman geçirmek” dendiğinde kastedilen şeyin ne olduğu çoğunlukla anlatılmamaktadır. Bazı çalışan anneler bu terimi “sürekli çocukla vakit geçirmek”, “sürekli çocukla oynamak”, “çocuğa sürekli bir şeyler öğretmek”, ya da “her şeyi çocukla birlikte yapmak” gibi algılayabilmektedirler. Halbuki, çocukla kaliteli zaman geçirmek hem annenin, hem de çocuğun birlikte geçirdikleri vakitten keyif almaları anlamına gelmektedir. Yani, normal şartlarda kaliteli zaman geçirmek için özel bir şey yapılmasına, özel bir çaba harcanmasına gerek yoktur aslında. Bazen sohbet etmek, bazen birlikte yemek yapmak, bazen de yapılmayı bekleyen işler olmasına rağmen çocukla birlikte dinlenebilmek yeterli olur çoğu zaman.
Çalışan annelerin öncelikle kabul etmesi gereken şey “kariyer” ile “annelik” arasında tamamen sorunsuz ve rahat bir denge kurulmasının çoğu zaman imkansız olabileceğidir. Her çalışan anne, belli dönemlerde çelişkili duygular yaşar. Neredeyse her çalışan anne bazen işine yeterince ilgi gösterememek, bazense yeterince iyi anne olamamak kaygıları arasında bocalar. Bazen çevrenin ve medyanın baskısı, çocuğun beklenmeyen tepkileri, çeşitli yaşam olayları (örneğin hastalıklar, yoğun iş dönemleri, gibi), bazen de annenin kendi yapısı bu duygusal karmaşaların artmasına yol açabilir. Çalışırken bu bocalamaların üstesinden gelebilmenin birinci kuralı, bu duyguların yaşanmasının “normal” olduğunu kabul etmekten geçer. Bu tip durumlarda hatırlanabilecek en önemli şeylerden birisi kendiniz için doğru bir karar verdiyseniz, çocuğunuz için de doğru karar vermiş olacağınızdır.
İkinci kural ise, tüm çalışan anneler ve onların çocuklarına uyarlanabilecek mutlak doğru bir reçete olmadığını kabul etmektir. Yani bir anne ve çocuğu için doğru olan yaklaşım, başka bir anne ve çocuğu için doğru olmayabilir. Dolayısıyla, her annenin kendisi ve çocuğu için uygun olabilecek reçeteyi, kendi başına ve kendi doğrularıyla bulabilmesi gerekir. Bunu yaparken her kadının hayatındaki maddi ve manevi şartları, çocuğunun ve kendisinin yapısal özelliklerini, sosyal çevresini ve desteklerini, kendi istek ve arzularını dikkate alması gerekir.
Çocuğun gelişimindeki ilk altı yıl kişilik gelişimi için gerçekten de çok önemlidir. Bebeğin annesiyle ilişkisi, özellikle emzirme döneminde kurduğu ilişki çocuğun temel güven duygusuna katkıda bulunur. Ancak burada sadece anne değil genel olarak aile içindeki ilişkiler ve ailenin yaşadığı ortam da önemlidir. Yani çocuğun kişiliğinin gelişiminden sadece anne sorumlu değildir. Annenin nasıl bir anne olacağını; doğum sonrası fizyolojik ve psikolojik sağlığının nasıl olduğu, çocuğunun doğarken getirdiği mizacı ve genetik mirası, annenin kendi annesinden gördüğü annelik şekli, eşiyle olan ilişkisinin iyi ya da kötü oluşu ve yaşam koşulları belirler.
Buna rağmen pek çok çalışan anne “mükemmellik tuzağı”na düşer; ev, iş ve annelik yaşantısında her şeyi tam ve hatasız yapmaya çalışır. Çalışan bir anne olarak önceliklerinizi sıraya koyabilmeniz, çocuğunuzun büyüdüğü dönemlerde hem fiziksel hem de zamansal açılardan her şeye yetemeyeceğinizi kabul etmeniz önem kazanır. Hem iş, hem de ev ve çocuğa ait sorumlukları aynı anda yüklenmeye ve en iyi şekilde yerine getirmeye çalıştığınızda “kadınlık”, “annelik”, “iş kadınlığı” rolleri arasında sıkışıp kalmanız kaçınılmazdır. Bu durumda yetersizlik, anlaşılmama, yalnızlık, suçluluk ve öfke gibi duygular sıkça yaşanır. Bu noktada ev ve çocukla ilgili yapılacak işleri önce eşiniz, sonra da yakınlarınızla paylaşabilmeniz sizi rahatlatacak ve çocuğunuz için yeterince iyi bir anne olabilmenize fırsat kalacaktır.
Çocuğun en önemli ihtiyacı “yeterince iyi” bir anneliktir. Çalışan anneler çalışmaya dair kaygı yaşadıklarında, “çocuğumun ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalıyor muyum?” diye endişelenmeye başladıklarında, çocuğunun gelişimindeki en ufak ve gereksiz ayrıntılara takılabilmekte; çocuğundaki en ufak sorununun kendisinin çalışmasından kaynaklandığını düşünebilmektedirler. Bu kaygıları yaşamaya başladığında ise veremediğini düşündüğü zamanı telafi etmek için çocuğunu ilgiye, sevgiye, hediyeye, toleransa, aktivitelere boğabilmektedirler. Bu noktada her annenin bilmesi gereken şey, çocuğun “çok az” kadar, “çok fazla” olandan da zarar görebileceğidir.
Günümüzün değişen koşullarında “anne çalışmalı mıdır?” sorusuna cevap aranması gereksiz hale gelmiştir. Annelik yaşantısından önce iyi bir kariyer sahibi olan kadınların evde oturup sadece annelik rolünü üstlenebilmesi de, eşit şartlar için evlenen erkeklerin tek başlarına evin maddi yükünü kaldırabilmesi de pek çok aile için olanaksız hale gelmiştir.
Şartlar bu şekilde değiştiği için de yetişecek olan yeni neslin bu değişen koşullara ayak uydurabilmeyi öğrenmesi zorunluluğu doğmuştur. Bu noktada çalışan annelere düşen görev, annelik ve iş hayatı arasındaki dengeleri kendi doğruları ile bulabilmeleri ve çalışma konusundaki verdikleri karardan dolayı suçlu hissetmemeyi başarabilmeleridir.
SEÇİL ÖZBEKLİK
Uzman Psikolojik Danışman